Özgür Cengiz’den yeni şiir: Tutulma
TUTULMA
Özgür CENGİZ
gece
gerçeğin şair yorganıyla
örter bizi düşler
yüzümüzü yıkayınca
unuturuz
güneş
feneridir tanrının
sevgilisi için düştüğü çölüdür uzay
gündüzleri arar onu
bilmeden ayla kaçtığını
tanrıdan çaldığı sevgilisiyle
güneşin önünden geçtiği
öğle gezintisidir ayın tutulma
hediye eder anlamını
elleri günebakanlı
dünya insanlarına
tohumlarını
kimsesiz denizlere savuran
umut ağaçlarının gölgesinde
bir çocuk bahçesidir dünya
körebe oynanır
herkesin gözü bağlıdır
Kırmızı Şiir
güneş batıyor
kenar mahalle
balkonlarında
çılgınca dalgalanan
rengarenk çarşafların
üzerine
bol salçalı yemekler
pişiyor tencerelerde
kızılcık şerbeti içip
kocasını bekliyor bir
kadın
kim bilir kaçıncı kez
gözünde gölgelerle
çabalıyor ışıktan
parmaklar
tutunmak için
öğle yemeğinin
masadaki izlerine
can havliyle fısıldıyor
güneş
dalgaların köpüklerine
biten günün utancını
çığlığım bir martı
kaybolan güneşe
İki yüz
Büyü değil
El çabukluğu marifet
geçip gidiyor yüzlercesi
bir bir önümden
bırakarak
dudaklarının kenarındaki burukluğu
fosforlu camın üzerine
ne kudretlisin sen isaret parmagi
listeler uzuyor
davetler ziyafetler
havalarda uçuyor
karşılıklı iyi dilekler
içkiler camdan cama
camdan cama aşklar
iki yüz
yanak yanağa
lekesi kalır
soluğu kesilse de
parlayıp sönen yüzlerin arasında
ikiyüz
bitişik mi yazılır ayrı mı
yaşarken yüzlercesi
yalnızca ışıltılı sayfalarda
ORKESTRA
Özgür CENGİZ
Piyanistimiz kontrolden çıkmıştı, ülke kaostaydı, ve ben artık düş görmüyordum. Her gece, piyanistimizin bir rezalet çıkarmasından korkarak bin bir sıkıntıyla tamamladığımız konserlerimizden sonra, şehrin boş sokaklarından geçerek evime varıyor, uykuya direnmek için peş peşe yuvarladığım koyu kahvelerden sonra kendimi istemediğim derin, karanlık, huzursuz bir uykunun kollarına bırakıyordum.
Söylenenlere bakılırsa, ülke ortasından çat diye kırıverip afiyetle yenebilecek bir mısır cipsi kadar narin durumdaydı. Politikacılar, bilim insanları, sanatçılar, gazeteciler, ve nasıl olup da bir bilen olduklarını bilmediğimiz diğerleri, gittikçe sıklaşan elektrik kesintileri elverdikçe, ve arabalarına yakıt bulabildikçe televizyonlara koşuyor, oturma odalarımızın ortasında gözlerini kocaman açarak ve ağızlarından tükürükler saçarak nasıl da bir kaosa sürüklendiğimizden dem vurup duruyorlardı.