HER YAZ
her yaz başladığında buluyorum
sonbaharlarda kaybettiğim seni
bir beyaz zambak küf tutuyor
yarım kalmış bir mısra
unutulmuş hatıralar arasında
seni beklerken
külümü kurcalıyor hatıraların
her yaz başladığında
kapınız suskun sırrına sadık
siliniyor gözlerimiz pencerenizden
vuran her yağmur damlasında
kalbim asfalttır artık üstünde ayak izlerin
ses gelir bir şehirden ses gelir
surlardan avlulardan aracılardan
kaçmak kaçmak kaçmak
senin(le) olduğu(m)n her yere
sana veremediğim hatıran, hala cebimdedir
Çetin Tankoç
Ardından
Ay parlamakta,
Ay ışıl ışıl,
Ay sureti ile denizin ortasında
Havanın soğuğu,
Yüreğimin ayazı vuruyor kayalara.
Bir orkestranın düzenli provası gibi
Dalgalar anlatıyor aslında
Hüzünle karışık duygular içindeyiz
Yaptığımız bencil hataların
Ekstrelerini ödemekteyiz.
Bir sandaldaydık senle ben,
Açıldığımızda güneşliydi hava
Geçinip gidiyorduk ufak tefek dalgalarla
Önlemimizi alamadığımız için
Yakalandık bizi dağıtan fırtınaya
Parçalandı sandalımız
Getiremeyiz bir araya.
Serkan Demirbağ
AKHENETON’UN DÜRBÜNÜ
“Gizlidir Tanrı, kimse görmemiştir onu.
İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman” (Akheneton)
Yaz mevsimi henüz girmemesine rağmen, sıcakların aniden bastırması, eski kalın giysilerden ayrılıp, ince yazlık giysileri hemen giyememe durumunu beraberinde getirmekteydi. Sıcağın hükümranlığında, kısa kollu tişört giydiğinde, kolundaki anlamsız yara izlerinin, meraklı soru işaretlerinin acımasızca kendisine yönlendirilmesinden dolayı, vereceği mantıklı bir cevabı olmadığından,zaman zaman rahatsızlık duymaktaydı.
Sosyal bir insan olan Aki, kolundaki yara izleri yüzünden, yüzünde dövme olan bir insanın, pazar yerinde dolaşırken hissettiği ruhsal durumu, yaz başlarında sürekli hissetmekteydi. Kışın sarılacağı kabanı, yorganı, eşyalarını koyacağı bir çok cebi vardı. Yazı çok sevmesine rağmen, kendisindeki bu tür saplantılardan dolayı, daha yazın başında yazdan soğuyordu. Alışmaksa olay, Aki, alışmakla ilgili, insan görünümlülerin her şeye alışacağını, Dostoyevski’nin “insan(hayvandan daha aşağı olabilen) o kadar alçaktır ki her şeye alışır” şeklindeki bu keskin sözü, böyle yorumlamış, her şeye alışmak istemediğini ifade etmişti.
Okuldaki arkadaşları ona, ara sıra kullandığı kas gevşetici ilaç isminden dolayı, Aki lakabını takmışlardı. Bu ismin daha sonraları, gerçeği arayanlar adlı kitapta okuduğu üzere, eski mısırdaki bir firavunun ismiyle, kendine takılan lakabın benzerliğinin farkına vardığında, şaşkınlığını gizleyemeyerek, ‘bu firavun iyi biriymiş’ demişti.
Babil astrolojisine göre at burcu olan Aki, Atlantis burcuna göre de yükseleni yılandı. Bu durum için ‘coşku ve çöküntü döngüsünün, talihsiz belirginliği’ der. A tarım! politikan yokken daha verimliydin…
Aki, ergenliğin ilk basamağında önce şiire, sonra hikayeye merak sardı. Yazdı, aşağıdaki hikayeye benzer şeyler.
“Sabaha kadar okusam, bana mısın demem!
(Üçüncü dünya aydınları)” Okumaya devam et
TEKİNSİZ KALEM
TEKİNSİZ KALEM
AYŞE Z. YENER
‘Uykulu olunca kafam tık diye duruyor’ dedi ve kahvesini sade içti; az şekerli. Kim derdi ki, eli kanlı bir katil diye onun için. “Zaten benim için başka yol yoktu” demiş psikologuna “ancak yazdıklarımı bir gün yaşarsam, ben olabilecektim” Bu yüzden suçlanamazmış. Hem “yazarın sürükleyici üslubu” demedikleri gazete sütunu kalmasın benim için hem de hikâyelerimi yaşamam bu kadar hayret uyandırsın. Bu duruma ben hayret ediyorum asıl. Herkes sürüklenirken ben niye sürüklenmeyeyim bir hikâyenin peşinde. Ne yapsaydım yani, başka bir yazar bulup, onun hikâyelerinde mi yaşasaydım? Tanıdığım en sürükleyici yazar benim” Gazetecinin biri, “o zaman lirik şiirler yazsaydınız; yazdığınız için yaptıklarınızdan sorumlu tutulamayacaksanız, bu yazdıklarınızdan sorumlu olmayacağınız anlamına gelmez ki” dediğinde, kafasına saksı fırlatmıştı adamın. Şimdi de geçmiş karşıma acı kahve içerek, aklı başında laflar ediyordu. Ne var ki “deli” olduğunu söyleyenlerin hiç birisi değil şimdi bu deliyle baş başa olan; benim. Tabi ki korkmuyorum ama kahve çok acı, bunu içmek zorunda mı Okumaya devam et
YOGA
Hoppala!
Yani üç kıtada dörtnala
At koştur
Yetmiş iki fırka analarını ağlat
Fırka-yı Naciye için
Yedi Yasin’le yedi belayı yıkayıp defnet
Defet günahlar gitsin
Gelsin şefaat
Kılsın kemter kuluna
Kulu çirkin kendi güzel Muhammet
Ve o kanlı ellerini tarih içinden
Uzatıp Cennet’te yıkasın herkes
Vallahi pes!
Demek hayırlar fethola
Demek peygamber ocağı potinleriyle
Şerler defola
Demek vatan millet
Devlet-i ebed-müddet
Bilcümle erbab-ı cumhuriyet
Cemaline müştak ariflerin
Horasan erlerinin, erenlerinin
Abdalan-ı Rûm’un nurlu yolundan
Üçler yediler aşkına
Kırklar demine devranına
Demek zinhar ayrılmaya!
Âmin ve morfin
Sonrası rahatlama
Hû!
Edeb ya hû…
Mehmet Sait ÇAKAR
Misafir Odası: Orhan Pamuk, BABAMIN BAVULU’NDAN
“Benim için yazar olmak, insanın içinde gizli ikinci kişiyi, o kişiyi yapan alemi sabırla yıllarca uğraşarak keşfetmesidir: Yazı deyince önce romanlar, şiirler, edebiyat geleneği değil, bir odaya kapanıp, masaya oturup, tek başına kendi içine dönen ve bu sayede kelimelerle bir yeni alem kuran insan gelir gözümün önüne. Bu adam, ya da bu kadın, daktilo kullanabilir, bilgisayarın kolaylıklarından yararlanabilir, ya da benim gibi otuz yıl boyunca dolmakalemle kağıt üzerine, elle yazabilir. Yazdıkça kahve, çay, sigara içebilir. Bazen masasından kalkıp pencereden dışarıya, sokakta oynayan çocuklara, talihliyse ağaçlara ve bir manzaraya, ya da karanlık bir duvara bakabilir. Şiir, oyun ya da benim gibi roman yazabilir. Bütün bu farklılıklar asıl faaliyetten, masaya oturup sabırla kendi içine dönmekten sonra gelir. Yazı yazmak, bu içe dönük bakışı kelimelere geçirmek, insanın kendisinin içinden geçerek yeni bir alemi sabırla, inatla ve mutlulukla araştırmasıdır. Ben boş sayfaya yavaş yavaş yeni kelimeler ekleyerek masamda oturdukça günler, aylar, yıllar geçtikçe, kendime yeni bir alem kurduğumu, kendi içimdeki bir başka insanı, tıpkı bir köprüyü ya da bir kubbeyi taş taş kuran biri gibi ortaya çıkardığımı hissederdim. Biz yazarların taşları kelimelerdir. Onları elleyerek, birbirleriyle ilişkilerini hissederek, bazen uzaktan bakıp seyrederek, bazen parmaklarımızla ve kalemimizin ucuyla sanki onları okşayarak ve ağırlıklarını tartarak kelimeleri yerleştire yerleştire, yıllarca inatla, sabırla ve umutla yeni dünyalar kurarız.
Benim için yazarlığın sırrı, nereden geleceği hiç belli olmayan ilhamda değil, inat ve sabırdadır. Türkçe’deki o güzel deyiş, iğneyle kuyu kazmak bana sanki yazarlar için söylenmiş gibi gelir.” Okumaya devam et
12. Sayı çıktı!
nihayet 12. sayı çıktı. gözümüz aydın. hard copy olarak nereden bulursunuz bilmiyorum ama yavaş yavaş online’a koyacağım. mizanpaj üzerinde de azcık çalıştık. ne kadar başarılı olduk bilemicem. aslında ben dergimizin adının yazı karakterini pek de beğenmedim. bakalım neler olacak. arkadaşlar hala daha sık aralıklarla çıkarma azmindeyiz. eserlerinizden bizi mahrum etmeyiniz:)