GÜLÜN BIRAKTIĞI PAS
Çetin Tankoç
“yara kabuğunu soymak”
hevesini almışın savurduğu boş
bir cisimdi yüreğim
nasıra’lı isa gibi,
sevgimde taşıyorum çarmıhımı
ve etimden ekmek
kanımdan şarap sunuyorum
bu doyumsuz sevgilim için
kirletiyorum kendimi göl
sularıyla
ve boğuyorum kendimi kendi iç
sularımda
tanrıdan bir sayfaya suretimi
bırakarak
bir vazoyum ben kendi
ellerimde
içimde bir gülün bıraktığı pas
alıyorum ellerimden ellerime
beyaz camdan paslı bir vazo
düşüp kırılıyorum
SIRNAŞMAYA ÇAĞILTI
Sinan Kızılkaya
göğsüme doğru bir şey patlayacak
benim buna bir itirazım yok
ama kılıç kınından sıyrılırken
yavaş fakat yufka olmasın yüreği düşmanımın
çünkü bir şeyin bir şeye çarpması
kırmızı yüzlerim, utanmaktan taş kesilmiş ellerim
suyun kırılırken ki sesi
bir şeyin bir şeyi cızırdatması işte…
çünkü cumalarımız yarım
çünkü yaralıyorsa bu öğle vaktinin ezanı beni
yalnız gençlik sancısı mı kalbimi boğan
ey dünya
seni tamlamaktan beni alıkoyan
ruhumu eksik bırakan
topraktan beni çalan
ey!
ey sözünde ıssız çığlık
ey gökte kanayan boşluk
aklıma yük olduğun yeter
yeter beni sendelettiğin.
KUZGEÇE
miğferlerde çiçek açıyor
ağıtlar tebessümdeyken
eskiyor savaş stratejileri
yorgunken güneyliler
açığa çıkıyor kızıl renk
aldanan aldatılınca
kötü otlar bitiyor
dünyanın ayak ucunda
akıl metropollerde yalnız
tarihse ateşte, suya yoksun
zorba! güzellik sende değil
doğrultma inkarcı namlunu bize
MUHAMMET SEVİM
NADASA BIRAKILMIŞ FELSEFE BAHÇESİ
Kitapçı bizi sevmezdi, belki sürekli bir arada dolaştığımız için(adamın müşterileri dışında kimseyle iletişim kurduğunu görmemiştik) belki de etrafımızdakileri umursamadan gürültüyle konuşup durduğumuz için(adamı duymak için fazlasıyla gayret sarf etmek gerekiyordu) her neyse biz de inadına onun dükkanına doluşur, ikinci el kötü çevrilmiş felsefe kitapları arardık(artık gizlemiyorduk: bu kötü çeviriler iyilerinden daha lezzetli geliyordu bize) işte yine böyle hürya kitapçıya doluşup kenarı köşeyi karıştırdığımız bir gün içimizden biri o rafların arkasına gizlenmiş kitabı buldu(kitap demeye bin şahit ister, kapaksız bir fotokopiydi bu, yayınevi yok, yazar belli değil). Arkadaşımız okumaya başlayınca elimizde ne varsa bırakıp başına toplandık, bir taraftan da sitemkar bakışlarla kitapçı amcayı süzüyorduk, demek bunu bizden gizlemişti, soluk fotokopi sayfalarından duyduklarımız şimdiye kadar okuduklarımızın hepsinden daha kahredici daha iç karartıcı ve kastırıcıydı(yani kusursuzdu). Keşfimizi kimse bilmemeliydi, kitapçıyı ikna etmek zor olmadı. Fotokopiyi de çoğaltmadık, hepimiz sırayla okuyup ezberledikten sonra yaktık. Artık piyasanın en muğlak adamları bizdik, çay ocağında otururken ezberlediğimiz cümleleri araya sıkıştırıyor, kulakları ürpertip, huylandırıyor, sinsice yayılan şöhretimizin tadını çıkarıyorduk. Savurgandık, nasılsa ayda bir kitapçıda rafların arasına gizlenmiş yani bir anonim metin bulacağımızı biliyorduk. Okumaya devam et
DAHA YÜCE İNSAN ÜZERİNE III
En kaygılılar şöyle soruyorlar bugün: “İnsan nasıl korunacak?” Ama ilk defa ve sadece Zerdüşt soruyor: “İnsan nasıl aşılacak?”
Üstinsan yatıyor yüreğimde, odur benim ilk göz ağrım ve biriciğim –insan değil; komşu değil, en yoksul değil, en çok acı çeken değil, en iyi insan değil. Okumaya devam et